Özlem duyulan..



Sene 1800 lerin ortaları.. Gözlerimi dünyaya açtım. Ve kulağıma ailem tarafından fısıldandı; "Nurejew". Doğduğum yeri söylemekte zorlanıyorum. Dediklerine göre durmadan sürgün edilmişiz başka diyarlara...

Öyle bir diyara geldim ki şimdi kısa zamanda alıştım. Hatta bir arkadaş edindim adı Hans.. Sarışın beyaz tenli al yanaklı bir çocuk. Bense zayıf, uzun burunlu, kara bir çocuktum. Bana baktı ve sordu; "Benimle bu toprakları paylaşır mısın ?" Bende; "Evet" dedim. Elini omzuma attı sarıldı bana. Bende ona sarıldım hem de sımsıkı. İlk yaşadığım his tir 'dostluk'. Artık yemyeşil dağları, kocaman ovaları olan bir yerdeydim. İkimize hatta daha fazlasına yetecek kadar fazlaydı bu topraklar... Ailem ve bizim gibiler sevmişti bu dostluğu, yaşamak istemişti Hans'ın topraklarında.

Koşuyorduk Hans ile, durmuyorduk. Altın gibi buğdayların arasından takılıp düşene kadar koşuyorduk. Gökyüzündeki bembeyaz bulutlarla yarışırcasına koşuyorduk. Düşsem de bir şey olmazdı. Hans beni elimden tutup çekerdi. Biliyordum. Zaman su gibi akıyordu. Artık
bulutlara karşı değil zamana karşı yarışır olmuştuk Hans ile. Titrek bacaklarımız, yerini yere daha sağlam basan bacaklara bırakmıştı. Birbirimize duyduğumuz güven bizi olgunlaştırıyordu hayat karşısında. Ama bir gün, ne kadar koşarsak koşalım zamanı yakalayamayacağımızı anlamıştık Hans ile. Zaman her daim bizim önümüzdeydi ve öyle olacaktı da. Aniden yere kapaklandım. Daha gerçeklerle yüz yüze gelmek için çok erkendi benim için. Hans durmadı, koştu gitti. Dizimdeki yaralardan mı hans'ın gitmesinden mi bilmiyorum ama ilk orada tattım acıyı..


Sene 1930 lar bir uçurumun ucundayım. Anlam veremiyorum. Nası bu hale geldiğimi hiç bilmiyorum. Gözlerim Hans'ı arıyor. Hans, bu sefer yanımda değil arkamda...Bana nefret dolu gözlerle bakıyor. Bir an gördüklerim değişiyor. Uçurum, Hans, gözümün önünden siliniyor. Bir kamp görüyorum 'insan kampı' bu. Bir deri bir kemik çırılçıplak insanlar koşuşturuyor. Etrafında bir sürü uniformalı askerler... Gaz odaları görüyorum. Ve kocaman fırınlar. Fırınlardan çığlıklar yükseliyor. Gaz odalarından ibranice sözcükler feryat figan dökülüyor. Neyin çığlıkları bunlar Ne için ? Bir sürü insan görüyorum. Diri diri gömülen insanlar.. Gözüme bir cesedin paltosunun kolluğu ilişiyor. Kanlı bir sion yıldızı bu. Sonra görüntü kayboluyor. Tekrar uçurumun ucundayım. Bastığım toprak ayağımın altından yavaşça kayıyor. Yardım etmesi için Hans'a el uzatıyorum. Eskisi gibi elini omzuma atmıyor artık sarılmıyor bana. Ve eliyle beni bir daha kalkamayacağım uykunun pençesine atıyor.

Hani bu topraklar ikimize yetecek kadar vardı Hans ? Hani düştüğümde sen beni kaldıracaktın?
Hani biz diğerleri gibi olmayacaktık, bizim saf ve temiz duygularımızla oynamalarına izin vermeyecektik? Hani ırk,millet,din,sınırlar bizim için önemli değildi?

Sen de mi Hans..? Sen de mi o büyüklerin sözüne kandın ? Sen de mi bu devletlerin oyununa geldin? Sen de mi diğerleri gibi bu topraklarda 'azınlık' demenin nasıl bir şey olduğunu suratıma tokat gibi vurdun? Sen de mi beni ittin Hans? Sen de mi? .........

Yıl 1900ların sonu. Gözlerimi tekrar açıyorum... Tanrım yaşıyorum ! Ve hiç bir yara bere almamışım. Hatta eskisinden daha iyiyim diyebilirim. Çöl gibi bir yerde kerpiç yapıların arasında buluyorum kendimi. Etrafımdan geçen insanlar bana benziyor. Nasıl bir yerde olduğumu anlamak için yerden doğrulmaya çalışırken bir el uzanıyor tepemdeki kavurucu güneşi keserek... Bembeyaz dişleri olan ince bıyıklı koyu tenli bir çocuk çekiyor beni kendine.. Efahim miş adı.. Bana o kadar sıcak davranıyor ki, içimdeki buzları bir bir eritiyor, yaralarımı dindiriyor. Her ne kadar Efahim'le farklı dili konuşsak ta birbirimizi anlayabiliyoruz. Efahim beni evine alıyor. Bende yeni bir hayat bulacakmışçasına giriyorum onun sıcak yuvasına..

Zaman geçiyor, durmak bilmiyor. Efahim'in ve ailesinin bana bakışları her geçen gün değişiyor. Hans gibi kinle ve nefretle bakmıyorlar. Korkuyla, endişeyle bakıyorlar bana. Neden ama neden ? Günler aylar yıllar geçiyor. Artık insanlar anlamadığım bir dilde konuşmuyorlar. Nadir duyduğum ibranice sözlükler çoğalıyor,taşıyor. Yıllardır gölgesinde oyun oynadığımız beyazlı,yeşilli,siyahlı bayrak iniyor gökyüzünden. Mavili beyazlı bir bayrak yükseliyor. Durun bir dakika ! Tanıyorum ben bu bayrağı ve üzerindeki işareti. Sion yıldızı bu.

Görüntü bir anda kayboluyor. Tekrar bir uçurumdayım. Ama bu sefer ucunda ben değil Efahim var...Eskisi gibi bakmıyorum artık eskisi gibi gülmüyorum. İçim kin ve nefret dolu. Yumruklarım sıkılı Efahim'e bakıyorum. Bir anda nasıl böyle hale geldik? Anlam veremiyorum. Kafamın içi karma karışık. Eskiden karşı olduğum her şey artık bana güzel geliyor. "Buralar sadece senin toprağın Efahim'in değil ! " diye haykırıyor içimden bir ses. Sınırlar mavili beyazlı şeritlerle büyüyor. Bundan zevk alıyorum. Din,dil,millet,ırk olgularını en uç noktasına kadar içimde hissediyorum. Bir şey beni buna zorluyor. Efahim tam karşımda bana korkuyla bakıyor. Ayaklarım Efahim'e doğru ilerliyor. Altından toprağın kaymasına izin vermeden ben itiyorum ellerimle onu sonsuz boşluğa.. Bir anda önümden kare kare resimler geçiyor.. Bombalar görüyorum ölüm kusan bombalar. Yıkılmış camiler, evler, ölü insanlar. Yüzlerce üniformalı askerler görüyorum. Hepsi bana benziyor hepsi. Gine o sion yıldızı.. Tanrım nasıl bir yıldız bu ! Ölürken yanımızda taşıdığımız yıldızı öldürürken de taşımak nasıl bir şey ? Oysaki boynuma bu yıldızlı gümüş kolyeyi asarlarken sormamışlardı bana; Ben böyle olmak istiyor muyum ? Her şeyden önce; "Ben inanmak istiyor muyum ?"


Yoo Hayır ! Bir dakka... Şimdi bir şeyler şekilleniyor. Hans bana bunu yapamazdı. O benim biricik dostum Hans beni o uçurumdan itemezdi. Bunu Hans'a yaptıranlar vardı. Evet kesinlikle böyle olmalı. Çıkarlar, güçlü olma çabası beni ve Hans'ı bu hale getiren şeylerdi. İstemeden yapmıştık bunları.Zorunlu hissetmiştik kendimizi. Şimdi daha iyi anlıyorum her şeyi...Anlıyorum ki o uçuruma beni Hans koymamış.

İdeolojileriniz, politikanız, sınırlarınız, dininiz, diliniz, ırkınız hepsi size kalsın ! yoruldum..Artık nefes almak istiyorum.Biraz olsun nefes almak..

Şimdi, bilmediğim bir zamandayım. Gözlerimi tekrar açtım. Daha önce görmediğim bir yerdeydim. Her yer bembeyaz. Ne bir sion yıldızı, ne asker nede sınır vardı. Derin bir huzur vardı etrafta. İnsanları hiç bu kadar mutlu görmemiştim doğrusu. Efahim tam karşımdaydı, bana bakıyordu. Yine ilk günkü gibi sıcak gülüşüyle.. Yanıma geldi ve; "Burada herkes refah içinde herkes çok mutlu ve hiç asker yok. Burada hepimize yer varmış." dedi. Hep bunu istemiştik dimi? " dedi ve sarıldı. Kendimi tutamadım. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Ben de sımsıkı sarıldım ve ekledim; "Evet kardeşim. Evet..."


Nurejew

7 yorum:

Ne kadar güzel yazmışsın."Dünya herkese yetecek büyüklükte. Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak gerçek yerinizi bulun" demiş Charlie Chaplin.Senin bu yazını anlamlandıracak güzel bir söz.

7 Kasım 2009 17:56  

' Anlam kazandırmak ' tır güzel olan. Mutlu edebilmek ve gülümsetebilmek adına..

Bir söz bin nasihattan iyidir boşuna dememişler.

Müteşekkirim size cadı hanım.

8 Kasım 2009 01:31  

Güzel bir yazı bence de.

Ama en acı olanı Davud'un bir dönemler adaletin sembolü olan mührünün bugün şiddet saçması ve günllere hoşluk veren Yakubun lakabının dehşet saçması.

Ama biz hep birbirimize benziyoruz. Farkımız belki de Jacob ile Yakup arasındaki fark kadar.

17 Kasım 2009 14:29  

çok güzel yazmışsınız..akıcı ve sıkmayan bir diliniz var...tebrik ederim.sevgiler...

19 Kasım 2009 05:27  

Detayları içinde saklı, görmeyi bilene...

Pek beğendim...
Yeni paylaşımlara ortak olmak ümidiyle; başarılar...

25 Kasım 2009 10:09  

çok güzel gerçekten, kitap tadında :)

10 Ocak 2010 11:14  

LoveMe;

Değerli yorumlarından dolayı içim huzur ile dolmakla birlikte yazma ilhamını tekrardan getirdin.

desem ?!

11 Ocak 2010 13:04  

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

Blogger Template by Blogcrowds